Taze bilgisayarla birlikte gelen taze iki incelemeden ikincisini, slavlıkta sınır tanımayan post-apokaliptik distopik oyun Metro 2033'e yaptık. Bu had safhada generic oyun dergisi girizgahın ardından, hemen inceleme yöntemim olan 4x1'in ne olduğunu kısaca hatırlatıp, yazının asıl kısmına geçelim. Değil mi mirim? Hatırlamayanlar için: 4x1 oyunu bütünüyle ele alıp dört temel soru soran, her soruya da 1 ya da 0 puan veren bir inceleme yöntemi. Bütün soruların yazarın kişisel beğeni ve yorumlarına kalması ve eldeki eserin tamamını değerlendirmesi sebebiyle, 4x1 objektif ve oran ölçeğine uygun bir sonuç vaat etmez. Bununla bağlantılı olarak da ne 4 üzerinden 4 mükemmel bir oyun, ne de 4 üzerinden 0 baş belası bir oyun anlamına gelir. Şimdi haberler. - Ben buna değerim puanı: 1 Görsellerinin ve mekanın etkileyiciliği bir kenara, anlattığı öykü ve yaşattığı deneyimi 12 saate sığdırabilmesiyle bu oyun başında geçecek her saati fazlasıyla hak ediyor. Tekdüze görevlere bağlayıp seksen saate yaymak yerine, çok yoğun bir deneyimi çok başarılı bir şekilde yaşatıyor. Biz de buna değiyoruz açıkçası. - Bağlayıcılık puanı: 1 Atmosfer, atmosfer, atmosfer. Slav ürünü kıyamet sonrası distopyalarının kendine has bir çekiciliği var, ve Metro 2033 bu çekiciliğiyle bugüne kadar oynadığım pek çok oyundan çok daha fazla sarıp koynuna çekme potansiyeli var. Sürekli bir heyecan ve stres verirken, bitirilen bir bölümden sonra çok tatlı bir tatmin hissini de oyuncudan esirgemiyor. Ucunun nereye bağlanacağını merak ettiren (ve oyuncunun oyun boyunca çeşitli anlardaki tavrına göre daha değişik, daha "iyi" bir son seçeneği sunan) senaryosuyla da yemek ve lavabo hariç bütün boş vaktinizi emmek için mükemmel bir aday. - Hiç yoktan iyidir puanı: 1 Nükleer kıyamet. Moskova. Metro istasyonlarına sığınmış insanlık. Tüneller boyu ilerleyip mutasyon geçirmiş hayvanattan korkmak. Hayalet gölgelere bakınmak. Homo Novus'larla muhabbete girişmek. Hiçbir şey için değilse, grafikleri için hiç yoktan iyidir. - Önem puanı: 0 Bütün başarılarına rağmen, bugüne kadar pek çok oyun tarafından geliştirilmiş bir formülü, Half-Life formülünü çok iyi uygulamaktan öteye gidemediği için, yıllar sonra adının geçmesi ve oyun tartışmalarında bol bol atıfta bulunulması zor bir oyun Metro 2033. "Bak böyle bir şey de vardı"dan başka bahis malzemesi olacak çok az şey sunması ne yazık ki Metro'yu efsaneler arasına girmekten alıkoyuyor. Dishonored'ın aksine, Metro 2033 ile ilgili ekstradan belirtmek istediğim pek bir şey yok. Puan paragraflarında da belirttiğim gibi, mükemmel bir ortam ve farklı bir deneyim sunuyor oyun. Metro'da yaşamın nasıl olduğunu keşfetmek, kalabalık ortamlarda birbirinden bağımsız süregelen diyaloglara kulak kabartmak, ve bütün bunları kötü rus aksanlı ingilizceleriyle bize yol gösteren pek çok ilginç karakterin yanında yapmak oldukça güzel anlar yaşatıyor.
Fakat ne yazık ki ne yeterince özgün, ne de alametifarika özellikleri yeterince etkileyici. İlk Half-Life ile başlayıp ikinci Half-Life ile son halini alan, Bioshock gibi oyunlarla ideal formülüne ulaşıp diğer türlerin bazı unsurlarını da destekleyecek kadar yerine oturan ve o günden beri sadece küçük çaplı iterasyonlarla ilerleyen bir formülü alıp maddesi maddesine uyguluyor, pek başka da bir şey yapmıyor. Görsel açıdan çok başarılı, fakat temelinde kuzeni Stalker kadar bile olamıyor. Ne diyelim, kısfmet. Ama bu paklamadıysa siz bir de Dishonored'a bakın. Comments are closed.
|
Language
All
Archives
January 2016
|