• Home
  • Social
    • Twitter
    • Linkedin
  Doğaç Yavuz

ArticlesYazılar

Harun Ali Binatlı ve "Jülide"

7/3/2015

 
Düşüncesizlikler içinde kaldığım zaman yapmayı sevdiğim şeylerden biri de kitaplığıma dönüp uzun uzun, dalgın dalgın bakmaktır. Okumasız kaldığım dönemler bu eylemimin sonucu uzun süre önce okuduğum ve çoğunu unuttuğum kitaplardan birini alıp tekrar okumak olur; darallar içinde kaldığımda ise kitap isimlerini, yazarlarını, düz duranların kapaklarını, yan duranlarının kenarındaki küçük sembolleri filan şöyle bir tarar, hafiften uzun bir nefes verip önüme dönerim. Bu sefer başka bir şey yaptım. Harun Ali Binatlı'ya baktım.

Harun Ali Binatlı, benim dışımda kimsenin varlığından haberdar olduğunu görmediğim, elimdeki kitabın üzerinde yazan adı dışında hiçbir yerde adını duymadığım bir yazar. Muhtemelen tek kitabı basılmış, toplam elli altmış kadar basılıp on onbeş tane satmış, kitapçı rafları arasında kaynayıp gitmiş yazarlardan. Kitabın sonundaki kısa özgeçmişten öğrendiğim kadarıyla aktif yazın hayatı 1988'de başlamış, iki üç sene içinde bir kaç edebiyat mecmuasında öyküleri yayınlandıktan sonra da bir öykü kitabı çıkarmış. Çoğunluğu dergilerde yayınlanan öyküler olsa da arada iki tane daha önce basılmamış öykü var, ayrıca diğerlerinde de bu zaman içinde eklemelere gidilmiş, notlar düşülmüş.

Bu öykü koleksiyonunun ilginç yanı, hepsinin aynı yazarın aynı dönem içinde yazdığı öyküler olmasından daha öte bir ortak yana sahip oluşu: bütün öyküler, bir Oğuz Atay alıntısıyla başlıyor. Adı ise Ben Bu Adama Karşıyım.
Açık konuşmak gerekirse, Binatlı'nın öyküleri Oğuz Atay'ın ismini yakınına yaklaştırmak için fazlasıyla yetersiz bir kaliteye sahip. Tutarsız cümleler, kafa karıştırıcı anlatı kurguları ve sık kelime tekrarlarını ne yazık ki iddiasız ama başarılı öykü yapısı bile kurtaramıyor. Öte yandan, Binatlı'nın hayatında Oğuz Atay'dan sonra en yoğun yer kaplayan (belki de Oğuz Atay'ın aklı karışık baş karakterlerine olan bağımlılığını da en iyi açıklayan) şey anlaşılmak. Anlamak, anlaşmak, kavrayabilmek ve kabullenmek, algılayamadığı yerler ve şeyler içinde kendisini her şeye yabancılaşmış hissetmek, bol bol sözü geçen şeyler. Örneğin, öykülerinden birinde böyle dertleri olmadığı için insanları hor görmek ve onlara hayran olmak arasında gidip gelen, bunun korkusuyla evinden dışarı adım atamayan ve yıllar sonra aynı eve biri yerleştiğinde elbise dolabından çıkamayan bir adamı anlatıyor - doğal olarak öykünün başındaki alıntı, Oğuz Atay'ın Korkuyu Beklerken öyküsünden. Bir diğerinde ise kendisini herkesin karşısında, her şeyin zıttı ve şekli bozuk hali olarak gören bir genci anlatıyor, gencin kız kardeşinin ağzından. Kızın aklından geçen düşünceler de öykü ilerledikçe anormalleşiyor, sapıklaşıyor, ve abisiyle beraber onu aynaya dönüştürmek için çeşitli planlar yapmaya başlıyorlar. Başındaki alıntı Ben Bu Adama Karşıyım'dan.

Harun Ali'nin aklından geçenleri kestirmek güç, ve doğal olarak başarısızlığına şaşırmak da imkansız. Muhtemelen fiziksel olarak varlığını sürdüren son kopyalarından birine sahip olduğum bu kitabı da kimseye tavsiye edeceğimi sanmıyorum açıkçası - yazarın kafa karıştırma ve aptallaştırma amaçlı anlatı tarzı ilk birkaç sayfa için ilginç ve eğlenceli gelebilir belki, ama bütün bir kitap? Hayır. Yine de, tarihin tozları arasında sonsuza dek kaybolmadan önce, bu kitapta toplanmış öykülerden edebi değere sahip olabilecek belki de tek örneği burada siz okurlarımızla, ve dünyayla, paylaşmak isterim. Gerçek, ya da hayali, Harun Ali'nin aklı pek havada eski sevgilisine, ya da arkadaşına yazdığı (ya da belki geçmişteki kendisine hitaben konuştuğu) öyküsü, tek kitabının kapanışını yapan Jülide'yi aşağıda okuyabilirsiniz.

​
Jülide


"Bana anlayış gösterecek yerde büfeyi gösterdin."  - Tutunamayanlar, Oğuz Atay


Bir gün sana bir masal anlatayım Jülide. Sen o masalı sev. Rüyalarında gör. Öyle ki, bir masal dinleyince hayatı değişen bir insan ol. Ve her tecrübeli hayat değiştiricisi gibi, hayatının değişme öyküsünü herkese anlat. Anlat ki, vay desinler. Aman tanrım desin bazıları; diğerleri de oy anam derler eminim.

Bu masalı öyle bir sev ki, her masal sevmeye benzemesin. Özel bir şekilde, özgün bir şekilde sev. Farklı ol böylece. Yani, ne bileyim, masalda olan olayları sevme de, bir karakteri sev. Tabii söz konusu bir masal olduğu için bu karakter pek karaktere benzemeyecektir, bir tiplemeden öteye gitmeyecektir; olsun! Sen her seferinde "karakter" kelimesini kullanmayı unutma ki herkes o "karakter"in tek boyutlu olmayan, insan gibi tepkiler veren, değişimlere maruz kalan bir hayali şahıs olduğuna inansın, bir masalda böyle bir karakterin bulunmasına şaşırsın.

Anlaştık mı?

Güzel.

İşin komik yanı, sen bu karakteri gerçekten sevdin Jülide. Gerçekten. Ciddi ciddi sevdin. Aşık oldun bile diyebilirim, ve yalan olmaz. Zaten biliyorsun, ben her zaman haklıyım.

Bir gün, seni uzun süre görmedikten sonraki bir gün, hatırlarsın, sana bunu sormak istemiştim. Nasıl sevdin, neyi sevdin, ne şekilde sevdin anlamak istemiştim. Çünkü biliyorsun, bir kere bir şeyi sevdin mi sevmediklerin sevdiğini kıskanacaktır. Ve biliyorsun ki bazıları, kıskanma duygusunu hor ve aşağılık görenler, o sevdiğini nasıl sevdiğini, neyi sevdiğini, ne şekilde sevdiğini anlamaya çalışacaktır ki kıskanmayı bırakabilsin - çünkü kıskanmak en aptalca insan davranışlarından biridir. Sakın yanlış anlama - bu anlama isteği sana kendini kanıtlamak amacı taşımaz, ya da bir hazımsızlık ürünü değildir. Nasıl diyeyim bilemedim. Cümleler beni zorluyor, ama anlar mısın ki?

Kendim içindi hepsi.

Kulağın sana bir sarhoşun rastgele kelimeleri gibi konuştuğumu söyleyebilir ama kulağını değil, aklını dinlemeni isterim. Hep bunu istedim biliyorsun. Bir kere de aklını dinle, beni anla, aklını anla, kulağının sana söylediği yalanlarla her şeyi yargılama istedim. AMA YAPMADIN. Ama yapmadın. Yargıladın. Kaç tane küfür etsem yetersiz; yargıladın.

Bir masal anlatayım dedim ya hani. Hani sen sevecektin o masalı. Ama olayları değil, karakteri. Tipleme değil, karakteri. Adını karakter koyduğun ama aslen karakter olmayan, tipleme olan karakteri. İşte o. O masal sensin.

Masal sensin, tüm karakterler - yani tiplemeler - de sensin. Her şey sensin. Anlamadın mı hala?

Anlama.

Anlasan ben anlatır mıydım sanıyosun? Anlatırdım. Senin anladığına emin olmak için değil, benim anladığımı görmen için. Görmen ve anlamamak için onca çaba sarfettiğin her şeyi anlaman için. Ve daha bir çok şey için - ki hiçbirini anlayamazsın. Ve ben de anlatmam. Anlatamam değil, anlatmam.

Senden nefret etmiyorum, sadece, ve sadece, ve sadece, seni sevmek istemiyorum. Sonsuza uzayan bir sarhoşluk gibiyim. Ve seni sevmek istemiyorum. İstemiyorum.

Karakter bile değilsin.

İşin kötü yanı (biraz önce komik yanını anlattığıma göre sıra kötü yanına gelmiştir diye tahmin ediyorum), sonsuza uzayan bu sarhoşluk bile yetmiyor sana. Bana. Dünyaya. Sonsuzluk kime yetmiş ki bize yetsin? Sonsuz dediğin, hani tanım itibariyle hiç bitmeyen, ama pratikte her an bitebilecek olan, hiçbir bakış açısıyla mantıklı bulunamayan o sayısal değer; yeter mi allah aşkına? (Hangi allah dediğini duyar gibiyim; bilmiyorum dersem uslanırsın sanırım.) Zaten, kimden sonsuzu çıkarsan eksi oluyor. Negatif diye bilirsin sen bunları, eksi filan işine gelmez? Neyse tamam.

Her şeye rağmen, (her şey: hiçbir şey) beni anlamanı isterim aslında. Sonuçta, beni anlamayan bir sen vardın. Ciddiyim bak. Jülide. Hiç anlamadın ki beni. Öte yandan, anlamak nedir ki? Aynı şeyi senin de sorduğunu – ya da sorar gibi yaptığını – biliyorum, ama burada soru cevaptan daha önemli. Lütfen, şu huzuru çok görme bana. Dinle. Dinle. Dinle. Biraz dinle.

Dinlemek ne biliyor musun? Yüce TDK'mız var, oraya bak, anlatmıştır onlar. Kızdırma beni.

Sanki kızsam bir şey yapabilirim de.

Jülide, hiçbir şey hak etmiyorsun sen. Tamam, aslında hiçbirimiz hiçbir şey haketmiyor olabiliriz, ama şimdilik o kısmını gözardı et ve üzül lütfen. Şimdilik, beni anlamadığını, hiçbir zaman anlamamış olduğunu, ve istesen de hiçbir zaman anlamamış olacağını düşün, beni düşün, bir zamanlar yakışıklı (ya da belki güzel) sandığın o adamı düşün ve biraz üzül lütfen. Sana "bir gün anlatayım ve sen de sev" dediğim o masalı ve hiçbir zaman anlatamayışımı, beni hiçbir zaman dinlemediğini, dinlemeyi hak etmediğini, dinlemek istemediğini düşün, zaman zaman sesime katlanamadığını, sesimi bırak, düşüncelerime katlanamadığını, düşünmeme katlanamadığını, düşünmemden ve bu yüzden düşünmekten nefret ettiğini hatırla, kendini bu hale getirişini hatırla, hayatını hayat olmaktan çıkarışını hatırla, işe yarar bir şeyler hatırla, düşün, hatırla; ve biraz üzül, lütfen.

Hatrım için?

Sağol.


Comments are closed.

    Language

    All
    Blabber
    Gamedev
    Music
    News
    Writing

    Archives

    January 2016
    December 2015
    March 2015
    January 2015
    October 2014
    September 2014
    April 2014
    March 2014
    February 2014
    January 2014
    December 2013
    November 2013
    September 2013
    August 2013
    July 2013
    February 2013
    October 2012
    September 2012
    July 2012
    June 2012
    March 2012

Powered by Create your own unique website with customizable templates.
  • Home
  • Social
    • Twitter
    • Linkedin